HERKES KENDİ EVİNİN ÖNÜNÜ TEMİZLERSE BÜTÜN DÜNYA TERTEMİZ OLUR…
Önceki hafta Z kuşağının kimliği ve düşünceleri üzerine yaptığımız söyleşimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Türkü dinlemeyi gericilik olarak algılayan bu zümre Gürültü kirliliğinden öteye gidemeyen saçma sapan müzikleri çağdaşlık sayarak öz müziğimizi ayıplarlar. Ruhi Su ismini dahi duymamıştırlar.
Veysel’in şiirinden Yunus’un tasavvufundan Neşet Ertaş’ın tezenesinden haberi olmadığı gibi on yedinci yüzyılda yaşamış Karacaoğlan’ın Türkçesini de beğenmezler.
Dost kelimesinin kankaya dönüştürülmesi de bundandır.
Emperyal batının sanatını ve teknolojisini almaktansa saçmalıktan öteye gidemeyen kültürünü kapıp kendilerine ‘Pizza’ üzerine kurulu bir cumhuriyet kurarak Konya’nın etli ekmeğini, Antep’in lahmacununu, Adana’nın kebabını, Karadeniz’in pidesini görmezden gelirler.
Sıcak ve yeni demlenmiş çayda içmezler. Bunun yerine ne olduğu belli olmayan boyalı suları kocaman kağıt ya da plastik bardaklara doldurup ucuna taktıkları kamışlarla içlerine çeker bunu yaparken de ceplerindeki harçlıklarından olurlar.
Z kuşağı ile herhangi bir konuda tartışmaya da giremezsiniz. Çünkü o her şeyin en iyisini bilir. En iyi siyasetçi “o” dur. En iyi ekonomist en iyi, bilim adamı…
Siz yılların birikimiyle tecrübe ettiğiniz öncesini ve sonrasını yaşanmışlıklarla belgeleyip ispat ederek önüne koysanız da bunun onlar için herhangi bir geçerliliği yoktur. Üstüne üstelik eski kafalı ve önünü görememekle itham edilirsiniz.
Yine sosyal ağlardan duyduğu, nispeten bilinene aykırı ve genç neslin hoşuna gidecek her konu onun için en doğru bilgidir. Takipçi ve para kazanmak uğruna bu kuşağın düşüncelerine uygunlaştırılmış fikirler üreten -zibidilerin- rağbette olduğu ortamları hepimiz biliyoruz. Sürekli bu ortamlarda yoğrulan ve birbirleriyle paslaşarak bu zibidilerin birer internet fenomeni haline gelmesini sağladıklarının farkında bile değillerdir. Üstelik inanılmaz rakamlarla para kazandırararak…
Yokluğu da bilmezler.
Sorunun kaynağında belki de bu olgu vardır. Yoku bilmedikleri için varlığın da kıymetini anlayamıyorlar. Dünya çapında isim yapmış markalardan asla vazgeçememeleri de buradan beslenmektedir.
Örnekleyelim;
Dünyanın en kaliteli ayakkabısını alıp hediye ettiğinizde üzerinde yazan kafalarında yer etmiş bir marka yoksa bunun onlar için hiçbir anlamı yoktur.
Z kuşağında nitelendirdiğimiz kişiler kendi düşüncesinin haricinde hiçbir fikri kabul etmezler. Kabul etmemekle kalmaz saygı da göstermezler.
Edebiyattan şiirden felsefeden bi haber oldukları gibi bu alanlarla ilgili kişileri de ayıplar geri kafalılıkla itham ederler.
Kendileri gibi düşünmeyen, yine kendileri gibi giyinmeyen ( ki bu asla mümkün değil) ebeveynlerinden utanır, toplum içinde yan yana gelmekten şiddetle kaçınırlar. Başörtülü annesi ile okulun kapısında bir genç kızın annesinin okula gelmemesi için tartıştığına hatta annesini iteleyerek oradan uzaklaştırmaya çalıştığına bizzat şahitliğimiz vardır.
Annesinden utanan bir nesilden ne beklenebilir ki?
O annenin duygusal çöküntüsünü anlatabilecek kelimeler var mı bilmiyorum?
Aynı şekilde maddi imkânları yetemeyen bir babanın gerçekleştiremediği bir alış veriş sonrasında evladından duyduğu cümlelerin o babanın iç dünyasındaki ezilmişliği hangi kelime açıklayacak.
Sonuç olarak geçmişinden bi haber geleceği için ise herhangi bir kaygı taşımayan bu saygısız ve kontrolsüz kitlenin tüketimden öteye gidemeyen amaç yoksulu hayatı devam ediyor.
Peki, “Z Kuşağı” diye adlandırılan bu kitlenin bu hale gelmesinin sebebi nedir?
Ya da bu kuşağı bu hale kim getirdi?
Bu sorulara cevap verebilmek için öncelikle bir aynanın karşısına geçmeli ve kendi gözlerimizin içine bakarak suçluyu aramalıyız.
Bir buçuk yaşındaki bir bebeğin eline telefon verip bir takım videolar izlettirerek yemek yedirmeye çalışan bir annenin hiç mi suçu yok?
Ya da okul hayatına başlayana kadar bir takım güvenlik endişeleri ile çocuğunu eve hapsedip sokakta öğrenmesi muhtemel sosyal ilişkileri bilmeyen ve öğrenmeyi tablet ekranında arayan bu çocukları bu hale getiren ebeveynler çok mu masum?
Ya, çocuğunun her istediğini emir kabul ederek gerçekleştirerek ona yokluğu öğretmeyi başaramayan baba ya ne demeli?
Üç yaşındaki bir çocuğun eline telefon, tablet vererek ona istediği her şeye ulaşabileceği bambaşka bir dünya verip odanın içinde büyütmeye çalışan ebeveynler daha o yaşlarda başlayan bedensel özgürlük kısıtlamasını düşünsel ve teorik özgürlük anlayışıyla bastırıyor ve ileriki senelere bu anlayışla ulaşmasına vesile oluyor. Buda ergenlikte ve sonrasında kaybedilmiş bedensel ve sosyal özgürlüğün dışavurumunu beraberinde getiriyor.
Sonuç olarak Z kuşağı diye adlandırılan bu kitlenin bu halde olmasının asıl suçlusu bizleriz. Bunun hepimiz farkında olmamıza rağmen hala daha aynı hataları yapmaya devam ediyoruz. Üstelik hayatın ve toplumun sosyal durumunu da kendimize bahane ederek…
Peki, hepimizin şikâyet ettiği bu durum nasıl değişecek?
Evlatlarımızı vatana millete faydalı sorumlu bir birey olarak yetiştirebilmek için ne yapmalıyız?
Bu sorunun oldukça basit bir cevabı var.
Atalarımızın dediği gibi
‘Herkes kendi evinin önünü temizlerse bütün dünya tertemiz olur’
Sevgi ve selam ile…
Önceki hafta Z kuşağının kimliği ve düşünceleri üzerine yaptığımız söyleşimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Türkü dinlemeyi gericilik olarak algılayan bu zümre Gürültü kirliliğinden öteye gidemeyen saçma sapan müzikleri çağdaşlık sayarak öz müziğimizi ayıplarlar. Ruhi Su ismini dahi duymamıştırlar.
Veysel’in şiirinden Yunus’un tasavvufundan Neşet Ertaş’ın tezenesinden haberi olmadığı gibi on yedinci yüzyılda yaşamış Karacaoğlan’ın Türkçesini de beğenmezler.
Dost kelimesinin kankaya dönüştürülmesi de bundandır.
Emperyal batının sanatını ve teknolojisini almaktansa saçmalıktan öteye gidemeyen kültürünü kapıp kendilerine ‘Pizza’ üzerine kurulu bir cumhuriyet kurarak Konya’nın etli ekmeğini, Antep’in lahmacununu, Adana’nın kebabını, Karadeniz’in pidesini görmezden gelirler.
Sıcak ve yeni demlenmiş çayda içmezler. Bunun yerine ne olduğu belli olmayan boyalı suları kocaman kağıt ya da plastik bardaklara doldurup ucuna taktıkları kamışlarla içlerine çeker bunu yaparken de ceplerindeki harçlıklarından olurlar.
Z kuşağı ile herhangi bir konuda tartışmaya da giremezsiniz. Çünkü o her şeyin en iyisini bilir. En iyi siyasetçi “o” dur. En iyi ekonomist en iyi, bilim adamı…
Siz yılların birikimiyle tecrübe ettiğiniz öncesini ve sonrasını yaşanmışlıklarla belgeleyip ispat ederek önüne koysanız da bunun onlar için herhangi bir geçerliliği yoktur. Üstüne üstelik eski kafalı ve önünü görememekle itham edilirsiniz.
Yine sosyal ağlardan duyduğu, nispeten bilinene aykırı ve genç neslin hoşuna gidecek her konu onun için en doğru bilgidir. Takipçi ve para kazanmak uğruna bu kuşağın düşüncelerine uygunlaştırılmış fikirler üreten -zibidilerin- rağbette olduğu ortamları hepimiz biliyoruz. Sürekli bu ortamlarda yoğrulan ve birbirleriyle paslaşarak bu zibidilerin birer internet fenomeni haline gelmesini sağladıklarının farkında bile değillerdir. Üstelik inanılmaz rakamlarla para kazandırararak…
Yokluğu da bilmezler.
Sorunun kaynağında belki de bu olgu vardır. Yoku bilmedikleri için varlığın da kıymetini anlayamıyorlar. Dünya çapında isim yapmış markalardan asla vazgeçememeleri de buradan beslenmektedir.
Örnekleyelim;
Dünyanın en kaliteli ayakkabısını alıp hediye ettiğinizde üzerinde yazan kafalarında yer etmiş bir marka yoksa bunun onlar için hiçbir anlamı yoktur.
Z kuşağında nitelendirdiğimiz kişiler kendi düşüncesinin haricinde hiçbir fikri kabul etmezler. Kabul etmemekle kalmaz saygı da göstermezler.
Edebiyattan şiirden felsefeden bi haber oldukları gibi bu alanlarla ilgili kişileri de ayıplar geri kafalılıkla itham ederler.
Kendileri gibi düşünmeyen, yine kendileri gibi giyinmeyen ( ki bu asla mümkün değil) ebeveynlerinden utanır, toplum içinde yan yana gelmekten şiddetle kaçınırlar. Başörtülü annesi ile okulun kapısında bir genç kızın annesinin okula gelmemesi için tartıştığına hatta annesini iteleyerek oradan uzaklaştırmaya çalıştığına bizzat şahitliğimiz vardır.
Annesinden utanan bir nesilden ne beklenebilir ki?
O annenin duygusal çöküntüsünü anlatabilecek kelimeler var mı bilmiyorum?
Aynı şekilde maddi imkânları yetemeyen bir babanın gerçekleştiremediği bir alış veriş sonrasında evladından duyduğu cümlelerin o babanın iç dünyasındaki ezilmişliği hangi kelime açıklayacak.
Sonuç olarak geçmişinden bi haber geleceği için ise herhangi bir kaygı taşımayan bu saygısız ve kontrolsüz kitlenin tüketimden öteye gidemeyen amaç yoksulu hayatı devam ediyor.
Peki, “Z Kuşağı” diye adlandırılan bu kitlenin bu hale gelmesinin sebebi nedir?
Ya da bu kuşağı bu hale kim getirdi?
Bu sorulara cevap verebilmek için öncelikle bir aynanın karşısına geçmeli ve kendi gözlerimizin içine bakarak suçluyu aramalıyız.
Bir buçuk yaşındaki bir bebeğin eline telefon verip bir takım videolar izlettirerek yemek yedirmeye çalışan bir annenin hiç mi suçu yok?
Ya da okul hayatına başlayana kadar bir takım güvenlik endişeleri ile çocuğunu eve hapsedip sokakta öğrenmesi muhtemel sosyal ilişkileri bilmeyen ve öğrenmeyi tablet ekranında arayan bu çocukları bu hale getiren ebeveynler çok mu masum?
Ya, çocuğunun her istediğini emir kabul ederek gerçekleştirerek ona yokluğu öğretmeyi başaramayan baba ya ne demeli?
Üç yaşındaki bir çocuğun eline telefon, tablet vererek ona istediği her şeye ulaşabileceği bambaşka bir dünya verip odanın içinde büyütmeye çalışan ebeveynler daha o yaşlarda başlayan bedensel özgürlük kısıtlamasını düşünsel ve teorik özgürlük anlayışıyla bastırıyor ve ileriki senelere bu anlayışla ulaşmasına vesile oluyor. Buda ergenlikte ve sonrasında kaybedilmiş bedensel ve sosyal özgürlüğün dışavurumunu beraberinde getiriyor.
Sonuç olarak Z kuşağı diye adlandırılan bu kitlenin bu halde olmasının asıl suçlusu bizleriz. Bunun hepimiz farkında olmamıza rağmen hala daha aynı hataları yapmaya devam ediyoruz. Üstelik hayatın ve toplumun sosyal durumunu da kendimize bahane ederek…
Peki, hepimizin şikâyet ettiği bu durum nasıl değişecek?
Evlatlarımızı vatana millete faydalı sorumlu bir birey olarak yetiştirebilmek için ne yapmalıyız?
Bu sorunun oldukça basit bir cevabı var.
Atalarımızın dediği gibi
‘Herkes kendi evinin önünü temizlerse bütün dünya tertemiz olur’
Sevgi ve selam ile…