Bugün Dış Ticaretten ve Gümrüklerden Sorumlu Eski Devlet Bakanı Sayın Kürşad Tüzmen ile konuştuk. Kendisi 1999-2002 yılları arasında Dış Ticaret Müsteşarlığı da yaptı. Daha birçok görevde imzası bulunup, birçok ödülü layık görülmüştür.
Kürşad Tüzmen, dönemin başbakanı Abdullah Gül’ün uyarı mektubunu iletmek için Irak’a giden ve Saddam ile görüşen son devlet yetkilisiydi. Bu görüşme ve yapılan uyarı işgalden hemen önceydi. Keza 3 ay sonra Irak işgal edildi ve tampon bölge, bir nevi ABD güdümüne girmiş oldu.
Saddam’ı Mersin’in Anamur ilçesine getirtmeyi dahi kendince düşünen Tüzmen, olacakların vahametini tahmin edebiliyordu.
Bugün bize, Saddam’a iletilmiş olan mektup, mektupta yazılanlar, hepsi olmasa da özet biçiminde güzelce aktardı. Türkiye’de yabancı yatırımın önemine değindi. Büyük ihracatlar yapan firmaların ve markaların devlet tarafından desteklenmesinin zaruretlerini anlattı ve nice önemli hususların altını çizdi.
“Kürşad Tüzmen ile Benim Şehrim” adlı hala devam eden gezi programlarıyla şehirlerimizin eşsiz coğrafyasını, her şeyi ile tanıtmaya devam ediyor.
Kürşad Tüzmen ile röportajımız sizlerle…
1)Sizi kamuoyu yakinen bilir. O yüzden kendinizi kısaca tanıtır mısınız sorusuna değinmeyeceğim. Kürşad Tüzmen şu aralar neler yapıyor? Zamanı nasıl geçiriyor?
-Ağırlıklı olarak dış ticaretle uğraşan uluslararası ve yerli firmalara danışmanlık yapıyorum. Bu firmaların bazılarında bağımsız yönetim kurulu üyesi olarak görevliyim. Savunma sanayii, Otomotiv, İlaç ve Enerji sektörlerinde çalışmalarımız var. Zaman kalırsa TV için motorla yaptığımız bir gezi programı olan “Kürşad Tüzmen ile Benim Şehrim” çekimlerini yapıyoruz. Şu ana kadar 120 program yaptık. Tabii çok değerli milli yüzücü arkadaşlarımızla yaptığımız, Sochi-Giresun (320 km), üç defa Anamur-Girne (93 km), Mudanya-İstanbul (85km), açık deniz ultra maratonları gibi çılgınlıkları yapıyor, kıyılarımızdaki ve havuzlarımızdaki türlü şampiyonalara katılarak gençlerimizi teşvik ediyoruz. Bu işlerden büyük keyif alıyoruz.
2)Devlet Bakanlığı görevinizden istifa etmiştiniz. Şu anda sağlık durumunuz ne durumdadır? Hastalığı yenebilmek için farklı metotlar denediğinizi duydum. Anlatır mısınız?
-Öncelikle 2002 Kasım-2009 Mayıs yaklaşık 7 yıl gibi uzun bir sure üç hükümette (58.59.60) görev aldım. Dış Ticaretten ve Gümrüklerden sorumlu Devlet Bakanlığı görevim, TİM, Türk EXİMBANK, Yurtdışı Müteahhitlik ve İGEME (İhracatı Geliştirme Merkezi) koordinasyonunu da kapsıyordu. Yükü ağır işler yaptım ancak hiç istifa etmedim. 2009 Mayıs’ında görev değişikliği yapıldı. Daha sonra görevlendirildiğim ve iki seneye yakın yaptığım AK Parti Genel Başkan Yardımcılığı’ndan ise kendi isteğimle ayrıldım. Sağlık durumum Allaha çok şükür ilk sorunuza cevabımdaki aktiviteleri yapacak kadar iyi. Uyguladığım farklı metotlar herkeste aynı sonuçları vermeyebilir. Beslenmede kanser olmayan hayvanların etini kullanmayı ve işlenmemiş gıda tüketmeyi alışkanlık haline getirdim. Doktorlarımı da dinledim tabii. Ancak ölümle yüzleşmek, adrenalin salgılamak çok iyi geldi. Pilot olduğum için sık sık uçtum. Serbest Paraşüt ve Yamaç Paraşütü sık yaptığım sporlar arasına girdi. Dalış hocası olduğum için eski arkadaşlarla güzel ülkemizin kıyılarında ve yurt dışında bol bol daldım. Kayak, tırmanışlar ve vefakâr motorcu arkadaşlarımla özgürce motor turları… Kısaca, yaşarken yaşadım.
“SADDAM HÜSEYİN’E İLETTİĞİMİZ MEKTUP OLDUKÇA AĞIR BİR MEKTUPTU.”
3)Kıymetli hocam, 2003 yılında Devlet Bakanı sıfatıyla Irak’a gittiniz. Gizli metotlarla El Reşid Otelinde Saddam Hüseyin ile görüşüp kendisine bir mektup ilettiniz. 2 saat 20 dakika süren bu görüşme sonrası kendisi de size bir mektup iletti. Bu mektuplarda yazılanların büyük kısmı hep sır olarak kaldı. Bize o günlerdeki süreçten ve özellikle mektuplardan bahseder misiniz?
-Saddam Hüseyin ile gizli metotlarla üç kez yer değiştirip görüştük. Ancak El Reşit oteli “Girişinde ABD başkanı Bush’un mozaik portresine basılarak girilebilen otel” bizim kaldığımız oteldi. Saddam’la üç araba değiştirip gizli tünellerden geçerek ulaştığımız bir çalışma ofisinde görüştük. Yaklaşık 3 saatlik görüşmede Abdullah Gül ve ekibinin kaleme aldığı, benim de gördüğüm ağır bir mektubu götürdüm. Hatta Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek Sayın Gül’e “Siz bakanınızı öldürtmek mi istiyorsunuz?” diye soruyor. Nedeni şu, kendileri Dışişleri Bakanı, Arap Birliği Başkanı Amir Musa’ya benzer bir görev veriyor. Saddam mektubu okuyunca “ülkemi canlı terk etmen için yarım saatin var” diyor. Amir Musa bu söz sonrasında ciddi anlamda bayılıyor… Bizim mektup oldukça ağırdı. Özetle şu kısımlar mevcuttu. “Halkına retorik yapma, Moğolların yüzyıllarca evvel yaptıkları gibi bu sefer batılı güçler ülkeni mahvedecek, vakit yok, ya çözüm bul ya da ayrıl” gibi ifadeler… Biz bunlara rağmen mektubu verdik. Okudu ve başladı cevaplamaya. “Ben retorik yapmıyorum, Arap halkı bu örneklerden anlar, bizim kültürümüzde var, biz tarihten örnekler veririz. Ben halkımı oyalamıyorum. 30 yıldan fazladır bu ülkeyi yönetiyorum. Sizin çözümünüz nedir? Bana onurlu bir çözüm bulun kabul edeyim” dedi. Sonra üstüne basa basa “bizde kitle imha silahı yok” dedi. Defalarca tekrar etti. Ancak batı bu görüşmeden sonra özellikle bu ifadeyi duymazlıktan geldi. Sonra da bunun koca bir yalan olduğu anlaşıldı ancak iş işten geçmişti. Görüşme uzayınca bana puro teklif etti. Ben içmiyorum dedim. Senin yaşındayken ben de içmezdim dedi. Ben o sırada 44 yaşındaydım. Sonra Donald Rumsfeld (ABD Savunma Bakanı) ile kol kola fotoğrafını gösterdi. “Senin kadar iyi bir dış ticaretçiydim. Sen bizimle gizli anlaşma yaptın. Ben o zaman Rumfeld’le çok iyi bir petrol anlaşması yaptım” dedi. Rumsfeld o tarihte ABD EXIMBANK başkanı… “Sizin iyi niyetinizi anlıyorum ancak biz ne yaparsak yapalım ABD bizi bombalayacak” dedi.
4)Taha Yasin Ramazan ile görüşmenizden tutunda Saddam Hüseyin ile görüşmenizden sonrasına kadar Irak’ta başınızdan geçen birkaç özel anıyı aktarır mısınız?
-Bizim düzenlediğimiz fuarların açılışına Irak Devlet Başkan Yardımcısı Taha Yasin Ramazan mutlaka gelirdi. Dışarıdan sert adamdı, uzun silahı daima belinde dolaşırdı, ben onunla şakalaşacak kadar samimiydim. Bizi kırmazdı. Bizim önce karayolu ile sonra uçakla, daha sonra da trenle Bağdat’a gelişimizi heyecanla etrafındakilere anlatır, cesaretimizi örnek gösterirdi. Uçak dolusu işadamı ile gider her birine çok güzel kontratlar yaptırırdık. Bugün Türkiye’nin dev firmaları o zaman bizle oralara gelen küçük-orta boy işletmelerdi. Çok çeşitli engellemelerle karşılaşıyorduk. Yine işadamları ile dolu uçağımız sabote edildi. 23.00 de Bağdat’ta olacak şekilde havalanmıştık. Uçağın gaz kolu kitlendi. Pilotlar beni çağırdı, istenilen irtifaya çıkamıyorduk. Kokpitte Karadeniz’e yakıt boşaltma ve geri dönme kararı verdik. Tabii içeri döndüm ve işadamlarına fıkra anlatarak güle oynaya Atatürk Havalimanı’na indik. Ne çabuk Bağdat’a geldik diyenler çoğunluktaydı. Kıbrıs Havayolları’ndan bir uçak ayarladık. Bu sefer de meşhur İngiliz sigorta şirketi sigorta yapmadı. Bunlar hiç tesadüf değildi. Neyse sonunda 04.00’de Bağdat’a indik. Taha Yasin Ramazan kollarını açmış bizi karşılıyordu. Bizim Irak ekonomisine olan katkımız çok iyi anlaşılmıştı. Sadece Bağdat’ta değil diğer şehirlerde de restoranlar, taksiler ve esnaf biz Türklerden para almak istemiyordu…
“TARİHE ŞAHİTLİK ETTİĞİMİ DÜŞÜNÜYORDUM. ANAMUR, SADDAM İÇİN ONURLU BİR ÇÖZÜM OLABİLİRDİ.”
5)Görüşme esnasında Saddam Hüseyin’in gözlerine bakarken Irak’ın net olarak parçalanacağını sezdiniz mi? Saddam Hüseyin’i Mersin’in Anamur ilçesine getirtmek gibi şahsi bir düşünceniz vardı. Böyle bir şeyi neden düşündünüz?
-Tarihe şahitlik ettiğimi düşünüyordum. O an verilecek bir karar, o zamana kadar halı gibi ilmek ilmek işlediğimiz ikili ilişkilerimizi ve Türkiye’nin dış ticaretini etkileyecekti. Irak’ın her köşesinde işadamımız vardı. Anamur Saddam için onurlu bir çözüm olabilirdi. Biz de daha sonrasında ticaretimize hâkim güç olarak devam edebilirdik. Aksi takdirde Irak bombalanacak, sonra etnik köken çatışmasıyla bölünecek, önce ABD sonra İran hâkimiyetine girecekti. Ancak biz Saddam’ın sorumluluğunu taşımak istemedik ve petrol sahaları bu ülkeyle alakası olmayan, bu uğurda hiç terlememiş insanların eline geçti.
“2024 DÜNYANIN BÜYÜK BÖLÜMÜNÜN ENFLASYONLA UĞRAŞTIĞI BİR YIL OLACAK.”
6)2024 yılına dair Dünya ekonomisi ve Türkiye ekonomisi hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Türkiye’nin ekonomik açıdan büyümesini ve var olan krizin aşılabileceğini öngörüyor musunuz?
-2024 dünyanın büyük bölümünün enflasyonla uğraştığı bir yıl olmaya devam edecek. Faiz indirimlerini biraz daha ilerde görebileceğiz. Ancak o zaman büyüme oranları gelişmiş ülkelerde artarak bizim pazarlarımızın talep eğrilerini etkileyecek boyuta gelebilir. Büyüme oranları ABD’de 2.9, İngiltere’de 0.3, Almanya’da -0.4. Biz 5.9’la diğerlerinin iki katından fazla büyüme oranıyla kıskandırıcı oluyoruz da bu ülkeler de yaklaşık %2-3’lük enflasyon oranlarıyla bizim %65’lik enflasyon oranımızın 30’da biri değeri nasıl tutturuyorlar acaba? Ciddi bir disiplin gerekiyor. Ancak yerel seçim popülizmi mutlaka etkili olacaktır. 2024 mevcut durumun devamı olacak, enflasyonumuz ve büyüme oranımız biraz düşer. Ancak yüksek enflasyon ortamından çıkmamız biraz vakit alacak. Çare olarak iç karlılık oranı yüksek projelere ağırlık vermeliyiz. Turquality programında ve Serbest Bölgeler ’de olduğu gibi kilogram değeri yüksek ihracata ağırlık vererek, Turizm, Yurtdışı Müteahhitlik gibi Döviz kazandırıcı faaliyetleri hızlandırmalıyız.
7)Oldukça önem verilen “Yeşil Mutabakatı” konusuna değinmek istiyorum. Ekim 2023 itibaren mutabakat Avrupa’da yürürlüğe girdi. Önümüzde bizi bekleyen iklim krizini hesaba katarsak Türkiye’nin hızla atması gereken adımları neler olmalıdır? Düşük karbonlu ekonomiye geçiş Türkiye için bir fırsattır?
-Aslında son yaşanan pandemi ve arkasından Ukrayna-Rusya savaşı, nihayetinde İsrail-Hamas savaşı karbon ayak izi hesaplarını altüst etti. Mutabakatta belirlenen tarihlerde taahhütlerin gerçekleştirilmesi hayal oldu artık. Yüksek standartlı birkaç ülke belki 2050 yılına kadar net sera gazı emisyonunu sıfırlayabilir. Biz tabii ki dokuz başlık altında topladığımız eylem planına uygun bir şekilde yolumuza devam etmeye çalışacağız. İhracatımız açısından uymamız gereken standartları hızla oluşturacağız. Aksi takdirde çeşitli bahanelerle ihracatımızın keyfe göre vergilendirildiği bir döneme gireriz. Bizim sanayimizi yenilememiz için bir fırsat olarak kullanabiliriz. Ancak iklim krizi ile mücadelede dünya geç kaldı.
8)CDS oranı 300 baz puan üstünde olan ülkeler, riskli ülkeler anlamına gelir. Şuan bu kategoride bulunan 3 ülke var. Rusya, Mısır ve Türkiye… Aynı zamanda bu üç ülkenin şuan için raiting notu yatırım yapılamaz(B) seviyesindedir. Türkiye yabancı yatırım teşviki nasıl sağlanabilir?
-Zaten çektiğimiz sıkıntı yeterince yabancı sermaye girişi olmamasından ötürüdür. Geçmişteki gibi senede 20 milyar dolar sermaye girişi olsa kur da bu şekilde zıplamaz. Sermaye girişi için yeterince teşvik var. Şu anda gerekli olan adaletin tesisidir. Bunun objektif kriterlerle doğrulanmasıdır. Rüşvet ve yolsuzluk iddialarının üstüne gidilerek kimsenin gözünü yaşına bakılmamalıdır. Liyakatli insanların işbaşına getirilmesi… Nepotizm ve kleptokrasinin ortadan kaldırılması… Bunları yapmaya samimi olarak çalışalım ve görelim ki bakınız nasıl bir sermaye girişi oluyor.
“SIRADA LÜBNAN DA VAR. VAAT EDİLMİŞ TOPRAKLAR İÇİN ÇALIŞMA YAPILIYOR VE YAPILACAK.”
9)Ortadoğu’da İsrail terörü ortadadır. Bir Babil uygarlığı olan Irak parçalandı. Libya parçalandı. Suriye parçalandı. Ukrayna’da gidişat aynı şekildedir. Filistin vahşeti göz önündedir. Lübnan da ise kazanlar kaynamaktadır. Netenyahu’nun kendince ikinci planı Lübnan mı? Neler söylemek istersiniz?
-Netanyahu kıvrak bir politikacı, yolsuzluklarını kapatamayacak ve artık gidici, ancak yerine geleceğini düşündüğüm “Benny Gantz” daha sert politikalar yanlısıdır. Ana planda İbrahim’in çocukları arasında bu kavga hiç bitmez. İsrail kişi başına 55.000 dolar gelire sahipken, kişi başına geliri 3.800 dolar gelire sahip bir Filistin... Sizce kim kazanır? ABD ve AB ülkelerinin fiilen desteklediği bir İsrail, Müslüman ülkelerin bazılarının lafla desteklediği bir Filistin… Kim kazanır? Senelerce topraklarını genişleten bir İsrail… Savaş sonrası Gazze’ye tamamıyla çökmelerine müsaade edilmez, ancak dediğiniz gibi planda ileride Lübnan da var. Bütün vaat edilmiş topraklar için çalışma yapılıyor ve yapılacak. Şimdi Lahey’de verilecek savaş suçu cezaları biraz yürekleri soğutacak mı göreceğiz.
10)”Kürşad Tüzmen ile Benim Şehrim” başlığı altında gezi programları yapıyorsunuz. Bu güzel programlarla neyi derin bir şekilde anlatmak istiyorsunuz?
-Aslında pandemi döneminde evden kaçmak için geliştirdiğimiz bir çözüm olarak başladı bu motorlu gezi programı. Daha önce söylediğim gibi Kürşad Tüzmen ile Benim Şehrim programında şehirlerimizin tarihi, eşsiz coğrafyası, birbirinden güzel mutfakları, folkloru, kültürü, yapılacak her türlü spor aktiviteleri, kısacası her şeyi ile şehirlerimizi tanıtıyoruz. Tabii ki şehrin iş insanları, ihracatçısı, esnafı da programımızın ayrılmaz parçaları. Sağ olsun izleyicilerimiz bizle beraber bu 120 programda çok şey öğrendi, biz de hem öğrendik hem eğlendik. Ben dünyada 100 ülkeden fazla yerde bulundum. Ülkem ve şehirlerim kadar güzelini görmedim.
“YÜKSEK ÇAPTA İHRACAT YAPAN FİRMALARI ŞEKİLENDİRİP, DÜNYADA MARKA OLACAKLARIN ARKASINDA DURALIM.”
11)Kürşad Tüzmen olarak Türkiye’de şuan Dış Ticaret Bakanlık görevini icra ediyor olsaydınız Türkiye’nin büyümesi ve toplumun refah düzeyinin arttırılması adına atacağınız adımlar neler olurdu?
- Şu anki bakanımız iyi niyetiyle elinden geleni canla başla yapmaya çalışıyor. Kendisini uzun yıllardır tanırım. Dürüst, donanımlı, çalışkan, mütevazı bir bakanımız. Kendisine de bu tavsiyede bulundum. Tamamıyla dış ticarete odaklanır, bu patates soğan fiyatları, AVM, market satışları, etiketler, ikinci el gibi iç piyasa konularının tuzaklarına düşmezdim. Esas iş bu ülkeye döviz getirmek… Biz zaten az olan kaynaklarımızı küçüklere dağıtıyoruz. Pek bir işe yaramıyor. Kedi besliyoruz. Biliyorsunuz Dicle nehrimizin adı Tigris’tir. Yani Kaplan. Anadolu, kaplanların vatanı… Biz kedi değil Kaplan besleyelim. Her biri 15-20 milyar dolar ihracat yapan firmaları şekillendirelim. Dünyada marka olacakların arkasında duralım. Vasat insan ve vasat firmalar yerine Turquality’deki gibi, Serbest Bölgeler ’deki gibi ortalama kilogram ihracat değeri 15 dolar ve üstü ihracat ve üretimi destekleyelim. Bu 1,5 dolar ortalama ihracat değeri bizi bir yere taşımaz. Turquality ve Serbest Bölgeler ‘deki gibi Türkiye’ye döviz kazandırıcı faaliyet yapan herkesi sırtımızda taşıyalım. Ayrıca şunu da yapardım. Uzak diyarlara seyahatler yerine önceliği komşu ve çevre ülkelerle ticaret olarak belirleyip, hem dış ticareti ve hem de dış politikayı daha kolay hale getirirdim.
-Verdiğiniz değerli bilgilerden ötürü teşekkürlerimi sunuyorum.
-Ben teşekkür ediyorum…