Yüreğimin kanayan bir yarası olan Doğu Türkistan Davasını her daim duyurmayı, Çin Komünist Rejimini lanetlemeyi, Davayı unutturmamayı ve destek vermeyi her Türk gencinin asli bir görevi olduğunu düşünüyorum. Çünkü emin olunuz ki Doğu Türkistanlı soydaşlarımıza ve kardeşlerimize aklın alamayacağı derecede bir zulüm ve işkence söz konusudur. Bu hususlar sıcak yataklarda yatarak, soydaşlarımıza soykırım ortağı olan şirketlere destek vererek ve dile getirmeyerek veya ilgilenmeyerek bilinemez, anlaşılamaz.
Bugün Doğu Türkistan’ın Hoten şehrinde doğmuş, Doğu Türkistan Birliği’nin Kurucusu arasında yer alan, 2017 yılında eşi Rushan Abbas ile birlikte Uygur Hareketi’nin kurucusu, günümüzde ayrıca Uygur Araştırma Merkezinin kurucusu ve İdari Direktörü görevini yürüten Sayın Abdulhakim İdris Bey ile Doğu Türkistan davası üzerine söyleşi yaptık.
Bu hususu da belirtmeden geçemeyeceğim. Abdulhakim İdris Beyin eşi Rushan Abbas’ın kız kardeşi olan Dr. GulshanAbbas 2018 yılından bu yana Çin hükümeti tarafından kaçırılmış ve hala şu anki durumu ve sağlığı konusunda bir duyuma ulaşılmamıştır.
Abdulhakim Bey bu röportajımızda bize Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin yaşadığı zorluklar, Çin’in yaptığı zulümler başta olmak üzere daha birçok konuya değinip İslam Ülkelerine de çağrıda bulundu.
Kendisine ve eşine bu kutsal dava adına vermiş oldukları mücadele adına bir Türk genci olarak minnettarlığımı, bu anlamlı söyleşi adına teşekkürlerimi sunuyorum.
Abdulhakim İdris Bey ile röportajımız sizlerle…
2)Merhabalar kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
-Doğu Türkistan’ın Hoten şehrinde dünyaya geldim. Orada ilk eğitimimi gizli Medreselerde tamamladım. Daha sonra 1986’da Mısır’a giderek El Ezher üniversitesinde eğitim gördüm. 1990’da Avrupa’ya göçtüm. 1991’de Avrupa Doğu Türkistan Birliği’nin kurucuları arasında yer aldım. 1999’da Doğu Türkistan Ulusal Kongresi’nin kurulmasına destek verdim. Aynı yıl Dünya Uygur Gençlik Kongresi Yürütme Kurulu Başkanlığı vazifesini üstlendim. 2004’te Dünya Uygur Kurultayı’nın kurucuları arasında yer aldım. Dünya Uygur Kurultayı’nın İcra Kurulu Başkan Yardımcılığı ve Hazinedarlık sorumluluğu ile Mülteci Merkezi Direktörlüğü’nü de yürüttüm. 2009’da Amerika’ya taşındım. Akabinde, Washington DC'deki Uygur Amerikan Derneği'nin Yönetim Kurulu Başkanlarından biri olarak Doğu Türkistan davasını savunmak için faaliyetler yürüttüm. 2017'de eşim Rushan Abbas ile birlikte Uygur Hareketi’ni (Campaign forUyghurs) kurduk. 2020’den beri de Uygur Araştırmaları Merkezi'nin kurucusu ve İdari Direktörlüğünü yürütüyorum.
“MÜSLÜMAN ÜLKELERİN UYGUR SOYKIRIMINA SUSKUNLUĞUNUN BİRİNCİ SEBEBİ EKONOMİK ÇIKAR, İKİNCİ SEBEBİ DİPLOMATK İLİŞKİLERDİR.”
2)Uygur Soykırımı karşısında Müslüman Ülkelerin sessizlik ve suskunluk sebeplerini sizden dinleyebilirmiyiz?
-Müslüman ülkelerin Uygur Soykırımı karşısındaki suskunluğunun temelinde yatan iki önemli unsur vardır. Birincisi ekonomik çıkarlar ikincisi diplomatik ilişkilerdir. Bugün Müslüman ülkelerin büyük bir kısmı ekonomik olarak Çin’e bağlı durumdadır. Bu hem dış ticaret anlamında hem ülkelerin alt yapı projelerinin gerçekleştirilmesi anlamındadır. Örneğin Mısır’daki Süveyş Kanalı bölgesindeki ekonomik bölgelerin tamamına yakını Çin ortaklığı ile işletilmektedir. Kahire’nin yakınlarındaki yeni başkent projesi de yine Çin tarafından yürütülmektedir. İran 25 yıllığına milyarca dolarlık anlaşma yapmıştır. Bu projeler aynı zamanda Müslüman ülkeleri borçlandırmaktadır. Pakistan’daki Gwadar bölgesi Çin’in Kuşak ve Yol İnisiyatifi tarafından geliştirilmektedir. Bunlar ilk etapta akla gelen örneklerden bir kaçıdır. Müslüman ülkeler Çin’i karşılarına aldıklarında bu ekonomik fırsatları kaçıracaklarını veya ağır bir borç yükü altında kalacaklarını düşünmektedir. Diğer taraftan BM Güvenlik Konseyi’ndeki Veto Yetkisi Çin’i Müslüman ülkeler üzerinden avantajlı hale getirmektedir. Bu nedenle Müslüman ülkeler diplomatik olarak da Çinle birlikte hareket etmeyi tercih etmektedir.
“ÖLME NOKTASINA GETİRİLEN MÜSLÜMAN UYGURLULARIN ORGANLARI ÇALINMAKTA VE HELAL ORGAN SÖYLEMİYLE İSLAM ÜLKELERİNE PAZARLANMAKTADIR.”
3)Şu anda gerek toplama kamplarında gerek genel anlamda Uygur Türklerine yapılan zulmü tekrardan aktarır mısınız?
-Doğu Türkistan’da toplama kamplarının kurulmaya başladığı yıl 2014’tür. Bugün Uygurların anavatanın her bölgesini saran yüzlerce toplama kampı vardır. Bu kamplar uluslararası kamuoyuna sözde yeniden eğitim merkezleri diye tanıtılmıştır. Kamplardan kurtulanların anlattıkları gerçekler bu sözde eğitim merkezlerinin aslında Uygurların dini ve milli kimliklerini silme, Müslüman olduklarını unutturma merkezleri olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle toplama kamplarına ilk olarak götürülenlerin Âlimler ve kanaat önderlerinin olduğunu hatırlamak bu noktada önemlidir. Müslüman Uygurların Allah inançları silinip yerine Çin Komünist Rejimine ve onun liderlerine inanmaları konusunda baskı yapılmaktadır. Buna karşı çıkanlara çeşitli işkenceler yapılmaktadır. Toplama kamplarının en büyük mağduru hiç şüphesiz kadınlardır. Kamplarda görevli gardiyanlar gözlerine kestirdikleri Müslüman Uygur kadınları kapalı hücrelere götürmekte ve burada tecavüz etmektedir. Kamplardaki cinsel tacizlerin dehşet veren boyutu, oradan kurtulmayı başaranlar tarafından dünyaya duyurulmuştur. Aynı şekilde kamplarda kalan hasta edilen veya işkence ile ölme noktasına getirilen Müslüman Uygurluların organları çalınmakta ve ‘helal organ’ diyerek İslam ülkelerine pazarlanmaktadır.
Toplama kamplarının dışında da farklı bir hayat yoktur. Bu zülüm merkezlerinde beyin yıkama faaliyetinden geçirilen Uygurların bir kısmı ya sözde mahkemelerce yargılanmış hapse gönderilmiştir ya da fabrikalarda köle gibi çalıştırılmaktadır. Bu sözde mahkemelerde Müslüman Uygurlara, neden çocuğuna dini sohbet yaptığı veya Kur’an öğrettiği sorulmuş, bu gibi İslam’ın temel pratiklerini düzenli olarak ihlasla yerine getirenler suçlu görülmüştür. Bu kişilere ağır hapis cezaları verilmiştir. Fabrikalarda köle gibi çalıştırılanlar aynı hapishane tarzı baskı altında kendi özgür iradelerinin dışında zorla tutulmaktadır.
İnsan haklarına aykırı bir şekilde, Doğu Türkistan’daki Müslüman neslinin yok edilmesi için Uygur kadınlar zorla kısırlaştırılmıştır. Doğum oranları son yıllarda yüzde 80’den fazla düşmüştür. Özellikle toplama kamplarında sistematik olarak ilaçlar verilmiş ve kadınların annelik hakları elinden alınmıştır. Kamplarda tutulmayan kadınlara ise zorla çocuk dünyaya getirmeyi önleyici cihazlar takılmıştır.
Anne ve babaları toplama kamplarında tutulan çocuklar ise alınıp götürülmüştür. Bugün 1 milyona yakın Uygur çocuğun ya komünist rejimin devlet yurtlarına ya da Çinli ailelerin yanlarına yerleştirildiği tahmin edilmektedir. Bu çocuklara başta kendi isimlerinin unutturulması olmak üzere, komünist rejim propagandası yapılmaktadır. Onların mensup olduğu İslam dinine inanmak yerine Komünist Parti’ye, Devlete ve Parti yöneticilerine tapmaları mecbur tutulmuştur. Örneğin, çocuğu zorla elinden alınan bir Uygur Baba, oğlunu birkaç yıl sonra televizyonda görmüş onun kendi Müslüman Uygur kimliğinden koparıldığının dehşetini yaşamıştır.
Aynı şekilde çocukları yurt dışında bulunan ailelerin, evlatları irtibat kurmaları da yasaklanmıştır. Yurt dışındaki akrabalar ile sürekli olarak görüşmek suç sayılmış ve çok sayıda insan bu nedenle hapse maruz kalmıştır. Bu nedenden ötürü benim annemde 2017’nin Nisan ayında kendisi ile görüştüğümde “Bizi bir daha arama oğlum” demiştir. 25 Nisan 2017’den beri ne annemden ne de babamdan bir daha haber alamadım. Ben ve benim gibi diasporada yaşayan on binlerce Uygur anne ve babalarının hayatta olup olmadıklarını bile bilmemektedir.
4)Uygur Soykırımını tanıyan Devletler kimlerdir? Soykırımın tanınması ne manaya gelmektedir?
-Bugüne kadar Uygur Soykırımı’nı tanıyan devletlerin sayısı 15’tir. Bunların önde gelenleri ABD, Kanada, İngiltere, Fransa ve Belçika’dır. Ülke olarak Uygur soykırımını tanımanın yanında bir çok ülkenin parlamentosunda da Çin’in Doğu Türkistan’da yaptıkları soykırım olarak nitelendirilmiştir. BM’nin İnsan Hakları Komisyonu’nun raporu da Çin’in Doğu Türkistan’da insanlığa karşı suç işlediğini ortaya koymuştur.
5)2022 yılında “Uygur Hareketi” Nobel barış ödülüne aday gösterildi. Bu ödülü ne boyutta faydalı ve anlamlı buluyorsunuz?
-Uygur Hareketi’nin Nobel Barış Ödülüne aday gösterilmesi, Doğu Türkistan’da Çin Komünist Partisi tarafından işlenen soykırımın dünyaya anlatılması açısından çok önemlidir. Çünkü Uygur sivil toplum kuruluşlarının bütün mücadelesine rağmen uluslararası kamuoyu Uygur Soykırımını durdurmak için yeterli adımları atmamıştır. Nobel ödülüne aday gösterilmesi Müslüman Uygurların yaşadığı zulmü dünyaya anlatmak için önemli bir fırsat olacaktır.
6)Almanya’nın birçok şirketi, şuan insanlarımızın mutlulukla binmiş olduğu BMW şirketi başta olmak üzere birçok şirketi hala Çin’de ekonomik faaliyet göstermeye devam ediyor. Almanya, soykırıma ortak olmaya devam edecek mi?
-Sadece Almanya merkezli şirketler değil bugün Amerika’dan Fransa’ya birçok büyük şirketin Çin’de ekonomik faaliyetleri bulunmaktadır. Avustralya merkezli düşünce kuruluşunun raporu bunu detaylı bir şekilde ortaya koymuştur. Sivil toplum kuruluşlarının bütün baskılarına rağmen Batılı şirketler Çin’deki üretimlerinden geri adım atmamıştır. Bu nedenle Uygurları zorla çalıştıran ve köle gibi kullanan bütün şirketler soykırımda suç ortağıdır.
7)Doğu Türkistan’da ve yurtdışında yaşayan Uygur nüfusu hakkında detaylı bilgi verir misiniz?
-Çin Komünist Partisi’nin uyguladığı ağır baskı ve sistematik olarak uyguladığı kısıtlayıcı politikalar nedeniyle Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur nüfusunun sayısını tam olarak bilmek mümkün değildir. Şu da bir gerçektir ki, Çin Komünist Hükümeti, sistematik yöntemlerle Uygur Kadınlarını kısırlaştırmaktadır. Uluslararası raporlar doğum oranının yüzde 80’den fazla düştüğünü ortaya koymuştur. Orta Asya, Türkiye olmak özere bir suru ülkülerde Uygur diasporası bulunmaktadır.
“DOĞU TÜRKİSTAN’DAKİ BU ZULMÜN BİTMESİ VE UYGURLARIN ÖZGÜR BİR ŞEKİLDE HAYATLARINI SÜRDÜREBİLMESİ İÇİN BİZLER MÜCADELEYE DEVAM EDECEĞİZ.”
8)Size göre soydaşlarımız olan Uygur Türklerinin bu eziyetten kurulmaları ve kendi vatanlarında bağımsız bir şekilde yaşamaları nasıl mümkün olacak, nasıl gerçekleşecektir?
-Doğu Türkistan’daki bu zulmün bitmesi ve Uygurların özgür bir şekilde hayatlarını sürdürebilmesi için bizler mücadele etmeye devam edeceğiz. Muhakkak bu zulüm bitecek, Doğu Türkistan bağımsızlığına kavuşacak. Cenabi Allah’la ilahlık kavgana giren Çin komünist yönetiminin helaki kesindir. Bize düsen çalışmaktır. Bu hedefin gerçekleşebilmesi için Uygur sivil toplum kuruluşlarının mücadelesi ile birlikte başta Müslüman ülkeler olmak üzere bütün dünyanın harekete geçmesi ve bu zulme dur demesi gerekmektedir.
“MÜSLÜMAN ÜLKELERE ÇAĞRIM; DUALARINI EKSİK ETMEDEN, ZULMÜ YAPANLARA HER ALANDA BASKI YAPMALARIDIR.”
9)Son olarak Müslüman Ülkelere Uygur Soykırımı hususunda bir çağrınız var mı?
-Mübarek Ramazan ayını yaşadığımız bugünlerde, Müslüman ülkelere en büyük çağrımız Doğu Türkistan’daki Uygur Din kardeşlerini unutmamalarıdır. Bu zulmün bitmesi hem dua etmeli hem de her alanda baskı yapmaları gerekmektedir. Çünkü Hz. Peygamber’in dediği gibi Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Bu kardeşliğin gereği olarak da Uygurlara sahip çıkılmalıdır.
-Röportaj adına teşekkür ediyor, bu davada muvaffak olmanızı diliyorum.
-Ben teşekkür ederim. Sağ olun…